Alba Iulia Gezilecek Yerler

Alba Iulia (okunuşu Alba Yulia şeklinde), Romanya’nın “diğer başkent / birlik başkenti” lakaplı şehridir. Ülkenin en büyük kalesinin bulunduğu, tarih boyunca Roma İmparatorluğu’na bağlı Daçya Krallığı’nın, Erdel Prensliği’nin ve Romanya Krallığı’nın başkentliğini yapan şehir, günümüz Romanya’sının temellerinin atılmasına da ev sahipliği yapmıştır.  Bu yazımda önemli politik geçmişe sahip Alba Iulia’da gezilecek yerleri bulabilirsiniz.

Giriş

Transilvanya seyahatim sırasında Timişoara‘nın ardından gezdiğim bir sonraki şehir Alba Iulia oldu. Sabah 7 trenine binmek için 5:30’da kalktım ve hızlıca hazırlanarak istasyona yürüdüm. İki şehir arası 250 kilometre, yani trenle 5-6 saat civarında sürüyor. Planlarıma göre öğleden sonra Alba Iulia’ya varıp, günün geri kalanında gezebildiğim kadar yer gezecektim -ki ertesi gün daha rahat gezeyim-.

Alba Iulia Tren İstasyonu

Ancak hesap etmeyi unuttuğum bir şey vardı; o da kalacağım hostel ile tren istasyonunun arasındaki mesafe. Yani yaklaşık 3 kilometrelik yol. Sırt çantamı yüklenip 1 saatten fazla yürüyerek hostele ulaştım. Saatler öğleden sonra 2’yi gösteriyordu. Haliyle acıkmış ve hostele yerleştikten sonra bir şeyler yemek için dışarıya çıkmıştım.

Ristorante Roberta Pizzeria

Romanya’nın her yerinde olduğu gibi Alba Iulia’da da yemek yiyecek yer bulmak oldukça zor. Turistik merkezden biraz uzaklaşınca bu durum gerçekten ciddi bir sorun haline geliyor. Seyahatim sırasında çok aç kaldığımı hatırlıyorum 🙂 Hosteldeki görevlinin tavsiyesiyle Roberta Pizzeria restoranında yemeğimi yedim. Saatler 3’ü geçmişti. “Bu saatten sonra gezilmez” diyerek hostele döndüm ve rutin olarak kıyafet yıkama vb. işleri hallederek vakit geçirdim. Ertesi gün uzun olacağı için erkenden yattım.

Alba Iulia

Alba Iulia Gezilecek Yerler

Şimdi şehirle ilgili biraz bilgi vereyim. Alba Iulia, Romanya’nın Transilvanya bölgesindeki Alba ilinin küçük bir ilçesi. 65 bin kadar nüfusu var.

9. yüzyıla ait bir iskelet

Adı Orta Çağlarda neredeyse her 50 yılda bir değişmiş. “Iulia” kelimesi, 10. yüzyılın ortalarında yaşayan Macar komutan II. Gyula‘dan geliyor. Kendisi 950 yılında, Konstantinopolis’te vaftiz edilerek Hristiyanlığı kabul etmiş ve günümüz Transilvanya bölgesindeki ilk kiliseyi Alba Iulia’da inşaa ettirmiş. Elbette şehri o kurmamış, ama yaptığı bu büyük hareketten dolayı da hiç bir zaman unutulmamış. “Alba” kelimesi ise Latin kökenli bir isim. Şehrin Roma dönemindeki adı olan Apulum‘dan başlayarak; Albae, Albensis, Albe, Albens, Albensis … gibi farklı şekillerde kullanılarak en son Alba’ya dönmüş. 1918 yılında şehrin Latin dönemdeki ismine sadık kalınarak Alba Iulia olarak değiştirilmiş.

Şehirde yaşam çok eskiye dayanıyor ancak Transilvanya’da bulunan pek çok şehir gibi Daçyalılar tarafından kurulduğu (MS 106-107) kabul ediliyor. Ardından bölgedeki diğer şehirler gibi önce Roma İmparatorluğu’nun, devam eden yüzyıllarda sırayla Macaristan, Osmanlı, Erdel Prensliği, Habsburg, tekrar Macaristan ve son olarak Romanya’nın bir parçası haline geliyor.

Gezilecek Yerler

Alba Carolina Kalesi (Google Maps görünümü)

Alba Iulia’da gezilecek en önemli yer Carolina Kalesi. Adı her ne kadar Türkçe’de “kale” olarak geçse de, bu isimler İngilizce’de “castle, fortress ve citadel” olarak ayrılıyor. Farkları en basit anlatımla şu şekilde:

  • Castle: Şehrin önde gelen isimlerinin yaşadığı yerlere denir. Etrafını çevreleyen büyük surlar çoğu zaman olmaz ve genelde tek binadan oluşur (şato gibi düşünebilirsiniz).
  • Fortress: İçerisinde hem şehrin önde gelenleri yaşar, hem de askeri faaliyetler yürütülür. Etrafı surlarla çevrili, gözetleme kuleleri vs. bulunarak savunma amaçlı kullanılır.
  • Citadel: Şehrin önde gelenleri ve yerel halk beraber yaşar, savunma görevi görür ve etrafı surla çevrilidir.
Kale Surları

Carolina Kalesi, yukarıda yazdıklarım arasında citadel olanı. 1714 – 1738 yılları arasında, aynı yerde bulunan eski bir Roma kalesi üzerine inşaa edilmiş. Toplam 12 kilometre uzunluğu bulunan surların yukarıdan bakıldığında 7 açılı yıldıza benzer bir görünümü var. Romanya’da buna benzer görünümde birkaç kale daha var ancak Carolina Kalesi, surlarının hala ayakta olması ve büyüklüğünden dolayı ülkenin en önemli ve en büyük kalesi konumunda.

Tourist Information

Sabah saatlerinde kaleye gelerek doğruca tourist information’a gittim. Şehirle ilgili bilgi ve küçük bir harita aldıktan sonra gezmeye başladım.

4. Giriş Kapısı

Kalenin toplam 7 kapısı bulunuyor ancak bunlardan sadece 1. ve 4. kapılar ana giriş kapısı olma özelliğinde. Diğerleri kale içerisinde başka bölümlere geçiş yapılan kapılar. Ben içeriye fotoğrafta gördüğünüz 4. kapıdan girdim. Buradan sonra yazacaklarım 4. kapıdan başlayıp, diğer ana giriş olan 1. kapıya kadar devam ederek gezdiğim yerler. Zaten burada gezmek için ya 1.den başlayıp 4.ye, ya da benim gibi 4’ten başlayıp 1. kapıya kadar dümdüz ilerleyerek gezeceksiniz. Bir tane cadde var ve görülecek şeyler caddenin sağ ve sol tarafında bulunuyor. Sonrası giriş/çıkış kapısı. Gezmesi oldukça kolay anlayacağınız 🙂

4. Kapı

Kale içerisindeki kapılarda ve binaların bazılarında çok fazla Barok heykel bulunuyor. Mimarlar özellikle kapılarda atlas heykeli kullanmışlar. Bu haliyle hepsinin aynı tarihte yapıldığı kolayca anlaşılıyor 🙂

Saint Michael Cathedral

Kalenin en önemli yapısı 4. kapının hemen ilerisindeki Aziz Mikail Katedrali. İlk olarak 11. yüzyılda yapılmış, ancak Transilvanya’daki pek çok şey gibi 1241 Moğol istilası sırasında tamamen yıkılmış.

St. Michael's Cathedral

13. yüzyılın ortalarına gelindiğinde aynı yere tekrar inşa edilmiş. Yapımında eski kalıntıları kullanıldığı için pek çok farklı mimari tarzı barındırıyor.

St. Michael's Cathedral

Paris‘te bulunan Notre Dame’dan ilham alınarak inşaa edilen katedral, Romanya’nın en eski, ayrıca 89.16 metre yüksekliğiyle en uzun kilisesi. Romanesk mimarisiyle de Transilvanya’nın en önemli yapısı.

Hunyadi ailesinin mezarları

Katedral içerisinde Romanya tarihindeki önemli kişilerin mezarları bulunuyor. Fotoğrafta gördükleriniz Hunyadi ailesinden 3 kişinin mezarı. Ortada birazdan bahsedeceğim John Hunyadi‘nin mezarı, solunda oğlu Ladislaus Hunyadi, sağında kardeşi John Hunyadi (jr) mezarları bulunuyor. Eğer Orta Avrupa seyahati yapacaksanız Hunyadi ailesini çok fazla duyacaksınız. Bu nedenle kimdirler, necidirler anlatayım.

Hunyadi Ailesi, Avrupa tarihindeki en önemli ailelerden biri. Macaristan Krallığı başta olmak üzere; Bohemia ve Hırvatistan Krallıkları, Avusturya Dükalığı gibi pek çok önemli görevlerde bulunmuşlar. Bunların dışında çok sayıda askeri lider ve şövalye yetiştirmişler. En başarılı üyesi Cluj-Napoca doğumlu Matthias Corvinus, diğeri ise babası John Hunyadi.

John Hunyadi'nin mezarı

John (Janos) Hunyadi, veya Türkçesiyle Hunyadi Yanoş, 1407 yılında bir çiftçinin oğlu olarak doğmuş. Gençliğinde İtalya ve Bohemia’da askeri eğitim alarak, kısa sürede Hunyadi ailesine katılmış. Askeri başarısı kısa sürede fark edilerek Eflak’ta Osmanlı’ya karşı savaşmış. 2 büyük galibiyet aldıktan sonra bu olay papanın dikkatini çekmiş ve yeni bir haçlı ordusu kurularak, Balkanlar üzerinden Osmanlı’ya savaş açılmış. 30 bin kişilik ordusuyla Morova, Niş, Izladi, Yalvac, Vazağ ve Sofya şehirlerini hızlıca Osmanlı’dan alarak ilerlemeye devam etmiş. Bu kötü gidişatı Edirne’den takip eden Sultan II. Murad, barış talebinde bulunarak tahttan çekilmiş ve yerini oğlu Mehmet’e (Fatih Sultan Mehmet) bırakmış. Papanın savaş isteği ve tahtta 13 yaşında birinin oturuyor olmasından dolayı barış bozularak, 1444 yılında o büyük Varna Muharebesi yaşanmış. Osmanlı burada büyük bir galibiyet almış, Hunyadi Yanoş ise kaçmak zorunda kalmış. Savaş sırasında Macar Kral I. Ladislas öldüğü ve oğlunun henüz çocuk yaşta olmasından dolayı geçici olarak Macaristan tahtına oturmuş.

Varna’da aldığı yenilgiyi unutamadığı için 90 bin kişilik bir ordu toplayarak tekrar Balkanlar’a sefere çıkmış. Osmanlı ordusunu zayıf ve dağınık gördüğü için hızlıca saldırmış, ancak bunun bir turan taktiği olduğunu anlayamamış. Burada büyük bir yenilgi daha aldıktan sonra tekrar geri çekilmek zorunda kalmış.

Devam eden yıllarda Osmanlı’nın sınır birliklerine saldırarak, şehirleri yağmalamış. İstanbul’un fethi sonrası Fatih Sultan Mehmed Belgrad‘a sefere çıkmış. 1456 yazında şehir kuşatılmış, Hunyadi Yanoş yardıma gelerek Osmanlı’yı bozguna uğratmış. Belgrad halkı alınan bu zaferi kutlarken veba salgını başlamış ve Hunyadi Yanoş dahil pek çok kişi bu hastalığa yakalanarak ölmüşler. Ölmeden önce “Macaristan’ı düşmandan koruyun” demiş.

John Sigismund Zápolya

Hunyadi Yanoş’un hayatı kısaca bu şekilde. Katedral içerisinde önemli olarak John Sigismund‘un da mezarı bulunuyor. Ancak bu Sigismund, Kutsal-Roma İmparatoru olan Sigismund değil, karıştırmayalım 🙂

Yukarıda anlattığım olaylardan yaklaşık 100 yıl sonra, Macaristan ve Bohemya kralı olan II. Lajos, o meşhur Mohaç Muharebesi sırasında öldürülmüş ve yerine I. Janos geçmiş. Habsburg’lara karşı Osmanlı’dan yardım istemiş ve I. Viyana Kuşatması yaşanmış. I. Janos öldükten sonra yerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından oğlu II. Janos (Sigismund) geçirilmiş. Macar-Türk dostluğu doğrultusunda harekete ederek önemli işlere imza atmış. Macaristan Kralı, Erdel Voyvadası ve Erdel Prensi olmuş. 1571 yılında ölmüş.

Katedral içerisinde bahsettiklerim haricinde bir kaç mezar daha bulunuyor. En önemlileri yukarıda bahsettiklerim.

Bishop's Palace

Katedrali’nin yan tarafında, ilk olarak 13. yüzyılda yapılmış Psikopos Sarayı bulunuyor. Fotoğraftan anlayacağınız gibi geçmişte yıkıldığı için tekrar yapılmış. Ayrıca eskiden Erdel Prensliği’nin yönetim yeriymiş. Turistik ziyarete kapalı.

Alba Iulia'da Turist Kalabalığı

Saatler öğleden 12’yi gösterdiğinde pek çok turist katedralin önünde askeri nöbet değişim törenini izlemek için toplanıyor. Bu geçiş seremonisi 3. kapıdan başlayarak 4. kapının önünde bitiyor. Çektiğim videoyu aşağıdan izleyebilirsiniz.

Açıkçası atları görünce oldukça büyük beklenti içinde girmiştim ancak tam bir hayal kırıklığı oldu. Halbuki saatin 12 olmasını ve bu gösteriyi izlemeyi dört gözle beklemiştim. Şimdiye kadar Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde buna benzer pek çok askeri değişim töreni izledim ama bu açık ara farkla en kötüsüydü maalesef 🙂

The Coronation Cathedral

Saint Michael Katedrali’nin tam karşısında, Romanya için oldukça önemli başka bir katedral daha yer alıyor. 1918 yılında, Romanya’nın birleşmesinin ardından, Kral Ferdinand ve Kraliçe Maria taç giyim töreni yapmak istemişler. Amaç elbette halka “hepimiz tanrının egemenliği altındayız” ve “yeni doğan bu devlete hepimiz bağlılık yemini edeceğiz” mesajı vermekmiş.

The Coronation Cathedral

Bu tören için Alba Iulia seçilmiş ve 1921 yılında katedral inşa edilmiş. Etrafını çevreleyen binalar hali hazırda 19. yüzyılda zaten yapılmışlar. 1922 yılında Ferdinand, katedral içerisinde tacını giymiş ve törenin geri kalanı katedral avlusunda yapılmış.

The Coronation Cathedral

Katedralin ülke için oldukça önemli olmasından dolayı, mimarisinde de çok sayıda geleneksel motif kullanılmış ve ortaya oldukça ihtişamlı ve görkemli bir katedral çıkmış.

Katedralin narteksinde bulunan bizans tarzı Cesur Mihail ikonası

İçeriye giriş ücretsiz. Ayrıca avlusunda da dolaşmanızı öneririm.

National Museum of the Union

Katedrallerin olduğu yerden ayrılıp biraz ilerleyince Ulusal Birlik Müzesi‘ne ulaşılıyor. Burası 1851-1853 yıllarında inşaa edilmiş “Babylon” adı verilen bir bina. Geçmişte Habsburg memurlarının çalıştığı bir devlet kurumuymuş. 1968 yılından bu yana müze binası olarak hizmet veriyor.

National Museum of the Union

Bina 2 katlı ve 100’den fazla odası bulunuyor. Böylesine büyük bir müzede de tahmin edebileceğiniz gibi çok sayıda eser sergileniyor. 200 binden fazla obje ve 70 bin’den fazla kitaba ev sahipliği yapıyor.

National Museum of the Union

Her ne kadar çok fazla esere ev sahipliği yapsa da, oldukça güzel düzenlenmiş ve gezmesi oldukça kolay. Kronolojik olarak prehistoric (tarih öncesi) dönemden başlanarak; çanak, çömlek, alet, silah, süs eşyaları, vb. görülerek gezilmeye başlanıyor. Ardından Roma döneminden kalan epigrafik (yazıt), heykel, çanak, çömlek vb. ile devam ediliyor. Daha sonra Orta Çağ dönemi, Habsburg dönemi, sonra 1848 devrimi ve son olarak 1918 yılındaki belge ve fotoğraflarla bitiriliyor. Bodrum katı ise tamamen Roma döneminden kalan buluntulara (heykel, sütun başlığı vb.) ayrılmış. Koridorları geçerken kendinizi Roma döneminde hissediyorsunuz 🙂

National Museum of the Union

Sergilenen eser açıklamalarının çoğunda Romenceye ek olarak İngilizce ifadeler de yer alıyor. Bununla birlikte tarihi dönemler ve bulgularla ilgili yer yer oldukça detaylı ve öğretici açıklamalar bulunuyor. Ben müzeyi beğendim. Giriş fiyatı 10 Lei ve Pazartesi-Salı günleri kapalı. Diğer günler 10-17 arası hizmet veriyor.

Union Hall

Müzenin tam karşısında ikiz kardeşi olan Union Hall (Birlik Salonu) binası yer alıyor. Burası 1906 yılında Avusturya-Macaristan memurları için askeriye görevi görmesi amacıyla inşaa edilmiş. 1918 yılında, yukarıda bahsettiğim Coronation Cathedral’de taç giyim töreni yapılmış, burada ise Transilvanya ile Romanya arasında imzalar atılmış. Sebebi ise 1228 Romen delegesinin sığabileceği en büyük binanın burası olmasıymış 🙂 İçerisinde 1918 yılında yaşananların anlatıldığı sergiler bulunuyor.

Babylon Binası (solda), Union binası (sağda)
Cesur Mihail Heykeli

Sırada, yukarıda anlattığım binaların yan tarafında bulunan Cesur Mihail (Mihai Viteazul) heykeli var. 1968 yılında, Romanya’nın birleşmesinden 50 yıl sonra yapılarak buraya konulmuş. Arkasında gözüken bina ise bir dönem Erdel’in yönetim yeriymiş. Mihail burada 10 ay kadar yaşamış. Yani heykel buraya rastgele konulmamış 🙂 Kendisi Osmanlı’ya karşı ayaklanma başlatarak, pek çok savaşta galip geldiği için Romanya’nın ulusal kahramanlarından birisi. Ülkenin hemen hemen her şehrinde mutlaka bir heykeli bulunuyor. Alba Iulia’da bulunan heykeli kaidesiyle birlikte 8.50 metre yüksekliğinde.

Kale Meydanı (Citadel Square)

Heykelin önünden 1. kapıya doğru biraz yürüyünce kalenin ana meydanına ulaşıyoruz. Burası geçmişte olduğu gibi, günümüzde de pek çok şehir etkinliğinin yapıldığı bir yer. Eğer ziyaretiniz sırasında konsere veya festivale denk gelirseniz şaşırmayınız 🙂 Şimdi meydanda bulunan birkaç şeyden bahsedeyim.

Costozza Anıtı

Bunlardan ilki Costozza Anıtı. 1866 yılında, İtalya Krallığı ve Avusturya arasında yaşanan Custoza Savaşı‘na, Alba Iulia’dan 50. piyade alayı da katılmış. Savaş esnasında 133 asker ölmüş ve onların onuruna bu anıt yapılarak, 1906 yılında buraya dikilmiş.

Losenau Anıtı

Meydandaki diğer bir anıt ise Losenau Anıtı. 1849 yılında, Avusturyalı Albay Losenau, Macar Devrim Muhafızları’na karşı yapılan savaşta ağır yaralanarak bir kaç gün içerisinde ölmüş. Kısa bir süre sonra onun anısına fotoğrafta gördüğünüz neo-Gotik anıt yapılarak buraya konulmuş.

Lapidarium

Meydanın son önemli yeri bir Lapidarium, yani arkeolojik kalıntıların rastgele sergilendiği yer. Yazımın başında Alba Iulia’nın bir dönem Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olduğundan bahsetmiştim. İşte o zamanlarda burası bir askeri merkezmiş. Yani Roma lejyonları burada yaşar ve eğitim görürlermiş. Bu nedenle şehirde Roma döneminden günümüze ulaşan pek çok şey var.

Buranın yan tarafında “Principa Müzesi” bulunuyor. İçerisinde Roma dönemi heykelleri ve askerlerin eğitim gördüğü binanın kalıntıları bulunuyor. Giriş fiyatı 10 Lei.

Principalis Yolu

Kale meydanı ile 3. kapı arasında “Principalis Yolu” var. Bu yol Roma döneminde tuz, yağ, şarap ve askeri malzemelerin arabalarla geçişi için kullanılırmış. Arkeolojik kazıların ardından yolda bulunan pek çok şey yukarıda bahsettiğim Principa Müzesi’ne konulmuş.

Castra

Principalis yolunun sağ tarafında Roma döneminde yapılan bir castra (Roma Ordugahı) bulunuyor. Yapının 7 metre yüksekliğinde ve 3 metre kalınlığında olduğu tahmin ediliyor. Geçmişte ilerisinde sivil yerleşim yerleri varmış. Yani kale ve aşağı şehir arasında bir geçiş kapısıymış.

Buranın ilerisinde adı “three fortification” olarak geçen ve benim Türkçeye çeviremedim bir bölüm bulunuyor. O bölüme geçiş için 15 Lei ödemek gerekiyor. Bana gereksiz ve biraz fazla yorucu gözüktü açıkçası. Bu nedenle gezmedim. Eğer gezmek isterseniz, giriş kapısının önünde bulunan büyük bir haritada gezilecek yerler (15 yer) gözüküyor. Orada kararınızı verirsiniz 🙂

3. Kapı

Artık yavaş yavaş kalenin dışarısına çıkıyoruz. Principalis yolu, fotoğrafta gördüğünüz 3. kapı ile başlıyor. Geçmişte ortada yer alan büyük kapıdan at arabaları, sağ ve solundaki küçük kapıları ise yayalar kullanırmış. Her iki cephesi de heykellerle süslenmiş. Kale içi tarafına bakan tarafta destek amaçlı atlas heykelleri kullanılmış. Hatırlarsanız 4. kapının da ön yüzünde bu heykellerden vardı.

3. Kapı

Diğer yönde ise heykeller daha belirgin. En üstte Avusturya İpmaratoru IV. Charles’ın atlı heykeli bulunuyor.

IV. Charles

Kendisi kaleyi yaptıran kişi. Heykelde atıyla bir Türk askerini ezişi ve ordusuna hücum emrini verişi anlatılmış.

Sağ Panel

Kapının sağ ve sol tarafında da 2 panel bulunuyor. Her ikisinde de Savoy Prensi Eugen’ın kabartması yer alıyor. Sağdaki panelde eline kılıç ve haç alan Eugen, Türklere karşı savaşa gidiyor.

Sol Panel

Sol panelde yer alan kabartmada ise Eugen savaştan galip dönüyor ve iki aslanın çektiği arabasıyla tebrikleri kabul ediyor. 3. kapı bu şekilde 🙂

Dikilitaş

3. kapının ilerisinde, kilometrelerce uzaklıktan bile gözüken 20 metre yüksekliğinde bir dikilitaş yer alıyor. 1784 Ayaklanması anısına, 1937 yılında yapılarak buraya konulmuş.

Elinde defne yaprağı tutan Victoria heykeli

Transilvanya’nın Habsburg yönetimine geçmesinin ardından bölgede yaşayan köylüler, köle gibi yaşamak yerine hak ve ayrıcalık istemiş, ancak sorunlarını Viyana’ya bir türlü iletememişler. Bunun üzerinde köylerde toplanan yüzlerce insan Alba Iulia’ya yürümek istemiş ve çeşitli köyleri yağmalayarak yollarına devam etmişler. Sonunda isyana öncülük eden Horea, Cloșca ve Crișan tutuklanarak idam edilmiş. Köylüler ise istedikleri haklara kavuşmuşlar. Bu olayı unutmamak için 153 yıl sonra gördüğünüz dikilitaş buraya konulmuş (150 diye planlanmış ancak yetişmemiş 😀 ). Ayrıca isyana öncülük eden Horea, yukarıda bahsettiğim 3. kapıda tutsak edilmiş.

2. Kapı

Kalenin 2 numaralı kapısı, yukarıda bahsettiğim dikilitaşı yapabilmek için 1935 yılında yıkılmış (muhtemelen iş makinelerinin geçebilmesi için). Daha sonra yapılan hata anlaşılarak, kapının orjinaline yakın bir parçası restore edilerek tekrar ayağa kaldırılmış.

1. Kapı

Ve son olarak geldik kalenin ana giriş kapısına, yani. 1. kapıya. Bu kapı, her ne kadar yukarıda bahsettiğim 3. kapı kadar olmasa da, kendine has özellik ve anlamları barındırıyor. Zafer kemeri şekilde oyulmuş girişin üzerinde bir kartal, sağında savaş tanrısı Mars, solunda güzellik tanrıçası Venüs bulunuyor. Sağ ve sol panellerde ise Yunan Mitolojisinden kabartmalar yer alıyor.


Özet

Carolina Kalesi’nde gezilecek yerlerin büyük bir kısmı bu şekilde. Buraya kadar yazması oldukça uzun sürdüğü için bazı yerleri bilerek atladım. Örneğin pek çoğunuz 7, 6 ve 5. kapıdan bahsetmediğimi farketmiştir. Buralar sıradan giriş kapıları oldukları için yazmaya gerek duymadım. Benzer şekilde kale içerisinde bahsettiklerim dışında başka binalar daha var, ancak önemsizler. Eğer daha fazla zamanınız olursa benim atladığım “three fortification” bölümüne gidebilir veya kale surlarının çevresinde yürüyebilirsiniz (3 kilometre). Benden bu kadar, herkese iyi gezmeler!

Yorum Yaz

Yorumlar

Bu yazıya henüz yorum yazılmamış. İlk yorumu yazarak katkıda bulunabilirsin.