Şeki Gezilecek Yerler

Tarihi İpek Yolunun önemli şehirlerinden biri olan Şeki; etrafını çevreleyen yemyeşil ormanlar ve gezilecek tarihi yerleriyle Azerbaycan turizminde her geçen yıl adını daha fazla duyurmaktadır. Bu yazımda özellikle Şirvanşahlar döneminden kalma tarihi yapılarıyla dikkat çeken Şeki ve çevresinde gezilecek yerleri bulabilirsiniz.

Giriş

Kafkasya, tarihin her döneminde farklı imparatorlukların savaş alanı ve göçlerle yerleşilen bir coğrafya olmuştur. İnsanlığın en eski yerleşim yerlerinden biri olması, onu günümüzde etnolog ve dilbilimciler için tükenmek bilmeyen bir hazine yapmaktadır. Bir zamanlar Pers, Roma, Arap, Moğol, Rus ve İran Şirvanşah’larına ait olan bölge, kültürel etkilerin ilginç bir birleşimidir.

Şeki de uzun bir geçmişe sahip olan ve kendisini pek çok kez savaş, kriz ve afetlerin içerisinde bulan bir şehirdir. Adını bir dönem Kuzey ve Doğu Avrasya’da yaşayan Sakalar‘dan almıştır (bu isim pek çok dilde Şaka –Shaka– diye telaffuz edilir). Geçmişte 2 defa kısa süreli Osmanlı topraklarına katılmış, en parlak dönemini ise Nadir Şah döneminde yaşamıştır. Bu dönemde ipekböceği yetiştiriciliği, el sanatları ve ticaret oldukça gelişmiştir.

Ancak 1772 yılında Kiş Nehri’nin taşması, Şeki’yi büyük bir yıkıma uğratarak bugünkü konumuna taşınmasına sebep olmuş. Bu nedenle şehirde görülecek şeylerin neredeyse tamamı 16 – 19. yüzyıllara aittir.

Piti
Piti

Şeki, el sanatlarının dışında mutfağıyla da ön plana çıkmaktadır. Şehrin kendine özgü en önemli yemeği Piti‘dir. Koyun eti, nohut ve ekmekle beraber 2 aşamada yenilir. Önce masaya güveçte pişmiş olarak getirilir, suyu ayrı bir tabağa alınarak içine ekmek ve sarıkök otu konularak çorba gibi içilir. Ardından güveç içerisindeki koyut eti yenilir. Yemeğe lezzetini veren şey ise kuyruk yağıdır.

Gezilecek Yerler

Azerbaycan seyahatim sırasında başkent Bakü dahil 5 şehir gezme fırsatım oldu. Şeki, bu şehirler arasında bana göre en derli toplu ve gezmesi oldukça keyif veren bir şehirdi. Her ne kadar yokuşu bol olsa da, gezip görülecek yerlerin güzelliği ve başımdan geçen ilginç olaylar nedeniyle beni hiç yormadı 🙂

Şehirde gezilecek yerlerin çoğu kale içi denilen yerde kalıyor. İçeride birkaç müze ve bolca ıhlamur ağacı var. Esen rüzgarla birlikte ıhlamur ağaçlarından dökülen yapraklar (yaprak mı oluyor onlar bilmiyorum), az da olsa bir problem yaratıyor. Hala çantamın bazı yerlerinden bu yapraklardan çıkıyor 🙂 Ancak birkaç saat buna katlanıp, içeriyi gezdikten sonra burada bulunan restoranda temiz hava eşliğinde güzel bir yemek yersiniz. Ardından aşağıya doğru yürüyerek diğer yerleri gezebilirsiniz.

Şimdi tek tek gezilecek yerlere bakalım.

Khan’s Palace

Han Sarayı

Şeki’de gezilecek yerlerin en başında Han Sarayı (Khan’s Palace) geliyor. 1797 yılında inşaa edilen saray, uzun süre hanlığın yazlık ikamet yeri olarak kullanılmış. İç ve dış mimarisi ince işçilik ve sanatsal öğelerin günümüze kadar bozulmadan ulaşması, onu bugün Azerbaycan turizminin önemli noktalarından biri haline dönüştürmüş. Ziyaretim sırasında çok sayıda tur grubunun Şeki’ye sadece burayı ziyaret etmeye geldiğine tanık olmuştum.

Sarayın mimari özelliklerine geçmeden önce kısaca hanlığın tarihinden bahsedeyim. Şeki‘nin tarihi 8. yüzyıla kadar gidiyor. O dönem -göreceli olarak- dünyanın süper gücü olan Araplar, Şeki dahil günümüz Azerbaycan topraklarını ele geçirmişler. Yaklaşık 200 yıl Arap himayesinde kalan şehir, Arap gücünün zayıflamasının ardından Şirvanşah Devleti’ne bağlı bir hanlık olarak varlığını sürdürmüş.

1551 yılına gelindiğinde Şah İsmail’in oğlu I. Tahmasb, Şeki’yi Safevi Devleti’ne katmış. Yaklaşık 250 yıl süren Safevi İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından Şeki, bu sefer yeni kurulan Afşar Hanedanlığı’na katılmış. Ancak Afşarların kurucusu Nadir Şah‘ın fetih politikasından dolayı artan ordu masrafı için halktan aşırı vergi toplaması, Şeki halkının isyan etmesine sebep olmuş. Hacı Çelebi öncülüğünde başlatılan direniş, Nadir Şah’ın İran topraklarından buraya sefere çıkmasına sebep olmuş. Hacı Çelebi Şeki yakınlarındaki Gelesen-Göresen Kalesi‘nde (Gelirsen Görürsün Kalesi) şehri savunmuş. Kale, adını Hacı Çelebi’nin sözünden almış ve direnişte epey başarılı olunmuş. Uzun süreli direnişin ardından erzak yetmezliği dolayısıyla kale düşmüş. Savaşın ardından Şeki Hanlığı kurulmuş ve zamanla Azerbaycan’ın en güçlü hanlığı haline gelmiş (kalenin günümüzde çok az bir bölümü görülebilir vaziyette ve çok yüksek bir noktada bulunuyor).

Şeki Hanlığı’nın kuruluş tarihi, bağımsızlığını ilan ettiği 1743 yılı olarak kabul ediliyor. Han Sarayı ise Mehmed (Muhammed) Hasan döneminde, 1797 yılında yazlık ikametgah amacıyla inşaa edilmiş.

Han Sarayı

Sarayın 32 metre uzunluğu ve 10 metre yüksekliği bulunuyor. Yapımında pişmiş tuğla, bordür taşları ve ahşap kullanılarak, bunlar çivi ve tutkal olmadan, sarı kil ile birbirlerine tutturulmuş. Bu nedenle dış cephesi firuze ve eflatuni renklere sahip.

Han Sarayı

Saray 2 kattan oluşuyor ve her iki katın da düzeni aynı. 3 dikdörtgen oda ve odalara erişim sağlayan dar bir koridor bulunuyor. Alt kat kamusal alan olup, katipler ve dilekçe sahipleri tarafından; üst kat ise han ailesi ve onların misafirleri tarafından kullanılırmış.

Han Sarayı

Sarayın iç dekorasyonunda 6 metre ve 15 metre uzunluğunda 2 adet friz bulunuyor. Bunlarda avcılık ve savaş sahneleri anlatılmış (leopar ve sığır vurma, insan tasvirleri, mehter grubu ve borazanlı süvariler gibi). Bu çizimleri dönemin ustaları büyük bir özenle çizerek, boya kullanmadan, bazı bitkilerin yaprakları (kök boyalar) ile boyamışlar. En çok göze çarpan figür ise nar. Nar, devletçilik anlamına geliyor. Yani içerisindeki küçük nar taneleri halkı, bunların arasındaki perdeler farklı milletleri, tepesindeki taç ise hanı temsil ediyor. Nar kesilip bölündüğünde, devlet de yaşayamaz ve bölünür gibi bir anlam çıkıyor.

Sarayın bir diğer benzersiz mimari yönü ise pencerelerinde bulunan renkli vitrayları. Ben sarayın yan tarafında bulunan el yapımı eşyaların olduğu dükkanları ziyaret ederek bunların nasıl yapıldığını deneyimleme şansı buldum:

Şebeke dükkanı ve ben

Azerice şebeke (shebeke) adı verilen vitray pencereleri, özel işçilik gerektiren yapımı oldukça zor bir el emeği. Çünkü yapımında çivi veya tutkal kullanılmıyor ve bir metrekare pencere yapmak tam 6 ay sürüyor. Üstelik bir parçada milimetrik bir hata yapılırsa, o ana kadarki tüm emek boşa gidiyor. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz pencerenin bir bölümünü ben birleştirdim. Gerçekten küçük küçük, ince ince parçaları tıpkı yapboz gibi birbirlerine tutturuyorsunuz. Her birinin kendine ait yeri bulunuyor. Eğer biri yanlış kesilmişse zaten yerine oturmuyor. Zorlarsanız kolayca kırılabiliyor veya devamında daha büyük sorunlara yol açıyor. Han Sarayı’nın pencerelerinde 14 bin parça kullanılmış.

Hediyelik eşya dükkanı
Hediyelik eşya dükkanı
Hediyelik eşya dükkanı
Hediyelik eşya dükkanı
Hediyelik eşya dükkanı

Kale içerisinde şebeke atölyesi gibi başka hediyelik eşya yapan yerler bulunuyor. Fotoğrafta gördüğünüz atölyede ustalar farklı şekil ve desenlerde biblo tarzı hediyelik eşya yapıyorlar. Bir bibloya başlandıktan sonra tezgaha ulaşması 1 hafta sürüyormuş. Bir tanesinin fiyatı 20 Manat’tan başlıyor, 150-200 Manat’a kadar ulaşabiliyor.

Museum of Folk and Applied Arts

Etnografya ve Uygulamalı Sanatlar Müzesi

Kale içerisinde gezilebilecek Han Sarayı ve hediyelik eşya dükkanları dışında 3 müze bulunuyor. Bunlardan ilki dış görünümüyle oldukça dikkat çeken Etnografya Müzesi. Adı üzerinde geçmişte Şeki’de yaşayan insanların günlük yaşantılarını konu alan müzede; o dönemlere ait kıyafet, silah, tarımda kullanılan aletler vb. sergileniyor.

Etnografya ve Uygulamalı Sanatlar Müzesi
Etnografya ve Uygulamalı Sanatlar Müzesi

Azerbaycan Sovyetler birliğinin parçasıyken kale uzun süre askeri üs olarak kullanılmış. Her ne kadar Han Sarayı’na özel önem verilse de, bu bina kiliseye dönüştürülmüş. Diğer binalar ise ya yıkılmış, ya da kışla olarak kullanılmış.

History Museum

Şeki tarih müzesi ve ben

Etnografya müzesinin tam karşısında tarih müzesi bulunuyor. Şeki müzelerini gezmek oldukça keyifli, çünkü ücretsiz bir rehber eşliğinde geziliyor. Bu sayede her bir detaya hakim oluyorsunuz. Örneğin yukarıdaki fotoğrafta bulunan sedir, geçmişte Şeki şehir yaşantısının bir parçasıymış. Kalabalık ailelerden oluşan evlerde en büyük kim ise buraya o otururmuş.

Tarih Müzesi

Başka bir örnek ise ayakkabılar. Geçmişte şehirde yaşayan kadınlar peçe taktıkları için yüzleri gözükmezmiş. İnsanlar o kişinin kim olduğunu ayakkabısına bakarak anlarlarmış. Fotoğraftaki ayakkabılar soldan sağa küçük kız çocuğu ayakkabısı – genç ayakkabısı (bekar) – genç ayakkabısı (evli) ve yaşlı kadın ayakkabısı şeklinde.

Tarih Müzesi

Ayakkabılar arasında fotoğrafta gördüğünüz yaşlı kadın ayakkabısı en ilginç olanı. Dikkat ederseniz uçları yukarıya doğru kalkık şekilde ve giderek sivriliyor. Bunun bir amacı var elbette. Şehirde bol yokuşlu ve arnavut kaldırımlı olduğu için, yaşlı kadınlar yolda yürürken taşlara takılıp düşmesinler diye bu şekilde uçları kalkıkmış 🙂

Örnek bir çeyiz
Fayton (1930)
Zırh, kask, kalkan, kılıç
Semaverler
Eşyalar

Müzeye giriş fiyatı 2 Manat.

Art Museum

Sanat Müzesi Girişi

Tarih müzesinin hemen aşağısında sanat müzesi bulunuyor. Bina 1895 yılında askeri garnizon olarak inşa edilmiş. 1982 yılında ise müzeye dönüştürülmüş.

Sanat Müzesi
Han Sarayı - Hasanov A.

Müze 4 odadan oluşuyor. Bu odalarda toplam 236 adet uygulamalı sanat, 135 adet ise güzel sanat eseri bulunuyor. Hemen hemen hepsi Şeki’de yaşayan sanatçıların eserlerinden oluşuyor. Müzeye giriş fiyatı 2 Manat.

Caravanserai

Kervansaray

Kale içerisinde gezilecek temel yerler bunlardı (hediyelik eşya dükkanlarını saymazsak). Şimdi kale etrafında görülecek yerlere geldik. Bunlardan ilki Kervansaray.

Orta Çağ’da ticaretin hızla gelişmesi, Azerbaycan topraklarında da yeni kervansaraylar inşa etmeyi gerektirmiş. Yani tüccarların/gezginlerin konaklayıp erzaklarını depolayabilecekleri yerler… Buralar kale gibi kalın duvarları olan ve çoğunlukla tek giriş kapısı bulunan yerlerdir. Tehlike anında dış kapı kapatılarak içeridekilerin güvenliği sağlanırmış.

Kervansaray

Şeki Kervansarayı, 18. yüzyılda inşaasına başlanan ve 2 bölümden oluşan (yukarı – aşağı kervansaray) bir kervansaray. 8000 metrekarelik bir alanda kurulu olan yapının geniş bir avlusu ve 300 odası bulunuyor. Günümüzde bu odaların bir bölümünü özel bir otel işletiyor. Yani dilerseniz burada konaklayabilirsiniz.

Winter Palace

Kış Sarayı
Kış Sarayı
Kış Sarayı

Kervansarayın biraz ilerisinde dışarıdan sade bir bina gibi duran, ancak içerisi en az Han Sarayı gibi gösterişli başka bir saray daha bulunuyor; Kış Sarayı. Burası 18. yüzyılda benzer işçilikle inşa edilmiş. 2 kattan oluşan yapının alt katında hizmetçi odaları, üst katlarında ise misafir odasıyla birlikte hem kadınlar için, hem de erkekler için ibadet odası bulunuyor. Han Sarayı’nın aksine burada fotoğraf çekmek serbest.

Kış Sarayı, uzun süre kaderine terkedilmiş bir yapı aslında. 2010 yılında restore edilmeye başlıyor ve kısa zaman önce restorasyonu tamamlanıp ziyarete açılıyor. Buranın hemen yanında sarayı yıllardır koruyan bir aile var. Evleri hemen sarayın bitişiğinde. Müze olarak açıldıktan sonra minnet göstergesi olarak turizm bakanlığı aileyi turistlere bilet satması ve rehberlik yapması için görevlendiriyor. Buraya kadar her şey mükemmel. Ancak benim ziyaretim sırasında dikkatimi bir şey çekiyor. Giriş ücreti olan 5 Manat’ı ödüyorum ve bana bilet vermiyorlar. Buyur geç diyerek sarayı gezdiriyor. Ben de durumdan işkillenerek tekrar Han Sarayı’na çıkıyorum ve müdür yardımcısını bularak durumu ona anlatıyorum. Bilet parasını verdiğimi ancak bana bilet vermediklerini söylüyorum. O da diyor ki “ne demek bilet vermedi, vermesi lazımdı!”. Bir kaç telefon görüşmesi yapıyor ve beni boş bir odaya alarak bu durumu anlatan bir dilekçe yazmamı istiyor. Dilekçeyi doldurup Azerbaycan Turizm Bakanlığı’na mail atıyorum. Müdür yardımcısı normalde turizm bakanlığında çalışıyormuş ve Şeki’nin müzelerinde dönen yolsuzlukları tespit etmek için görevlendirilmiş. Burada onunla samimi oluyoruz ve başlıyor bana bu durumdan dert yanmaya…

O buraya gelmeden önce Han Sarayı, Kış Sarayı ve diğer müzelerde bu durum çok fazla yaşanıyormuş. Yani turistlerden para alınarak bilet verilmiyor ve müze gezdiriliyor. Ay sonunda kesilen biletler üzerinden toplanan para bakanlığa gönderiliyor. Çoğunlukla bilet kesilmediği için kazanılan paranın çoğu çalışanların oluyor. Üstelik pastadan en büyük payı müdür alıyor!. Kendisinin zaten otelleri falan varmış. Bahsettiğim kişi bana aynen şöyle dedi: “Benden önce Han Sarayı’nın kazandığı para aylık 2000 Manat’tı. Benden sonra 48 Bin Manat oldu”. Düşünün artık aslında ne kadar kazanıyormuş ve bakanlığa ne kadarı gönderiliyormuş…

Ben yazdığım dilekçe ile burada dönen yolsuzluğu kanıtlamış oldum ve ertesi gün bakanlık müze müdürünü toplantıya çağırmış. Yaklaşık 5 saatlik görüşmenin ardından müdür kovulmuş (15 yıllık müdür), Kış Sarayı’nda görevli 2 kişiden biri de kovulmuş. Ben her ne kadar “turist vazifemi” yapsam da, buradan sonra benim Azerbaycan seyahatim bambaşka bir noktaya geliyor. Müdür yardımcısı beni taksiye bindirerek birazdan bahsedeceğim Kiş Köyü’nü gezmeye gönderiyor, akşam yemek ısmarlıyor ve gece beraber özel rehber eşliğinde antik mezarlığı geziyoruz (normalde kazılar devam ediyor, benim için açtırdı). Üstelik bununla da bitmedi, gezdiğim sonraki şehirlerde de turist information’da çalışanlar beni karşılayarak şehirle ilgili bilgiler veriyor, hatta bazılarınında beni özel araçla gezdiriyorlar… 🙂 Azerbaycan günlerim gerçekten ilginçti 🙂

Church of Kish

Şeki’de gezilecek yerler bu kadardı. Şimdi sırada merkeze 7 km mesafede bulunan Kiş Köyü var. Bu köyün 2 önemli özelliği bulunuyor. Birincisi, rakım olarak merkezden oldukça yüksekte bulunuyor. Bu nedenle hava durumunun merkezle ilgisi yok. Seyahatim sırasında merkezde hava 35 dereceyken, köyde hava 21 dereceydi. Diğer özelliği ise burada bulunan tarihi tapınak. Geçmişte köyde din görevlileri yaşarmış ve boyları hem erkeklerin, hem de kadınların 2 metreden uzunmuş!

Kilise girişindeki iskelet

Kilise içerisinde ve etrafında birkaç adet üzeri camekanla kapatılmış mezar bulunuyor. Aslında kilisenin alt tarafı tamamen mezarlık. Yalnızca birkaç tanesi ziyaretçilere gösteriliyor. Gerçekten de iskeletlerin boylarından burada yaşayan insanlar hakkında fikir edinebiliyorsunuz. Örneğin kadın iskeletinin boyu tam olarak 2m 35cm . Üzerleri camekan kaplı olduğu için fotoğraf çekmek -yansımadan dolayı- çok ama çok zor.

Kiş Kilisesi

Kilise 1. yüzyılda tapınak olarak inşa ediliyor. Ancak geçmişine dair çok fazla aydınlatıcı bilgi yok. Çünkü Azerbaycan’ın güneyinde eskiden Alban halkı yaşarmış ve onların Hristiyanlık dinine inanmaya başlamaları 3. yüzyıla tekabül ediyor. Bu nedenle kilise olarak inşa edilmiş olması çok zor. Ayrıca 7. yüzyılda bölgeyi Arapların istila etmesi, tapınağın geçmişiyle ilgili daha fazla kafa karışıklığına sebep oluyor.

İlk yapıldığında basit bir tonozlu yapı, 8. yüzyılda ise kubbe eklenerek yeniden inşa edilmiş bir kilise olduğuna inanılyor. Geçmişten bugüne çok fazla onarım gördüğü için içerisinde Hristiyanlığa dair tek şey fotoğrafta gördüğünüz kubbesindeki haç sembolü. Ancak bu da haç sembolünden daha çok artı işareti gibi. Yani bir krallığın burayı fethetmesinden sonra oraya kendi sembollerini çizmesi gibi.

Kilise yüzyıllar boyunca kaderine terkedilmiş bir şekilde kalmış. 2000 yılında Norveçli yazar, kaşif ve bilim adamı Thor Heyerdahl, buraya gelerek kiliseyi keşfetmiş ve kaynak sağlayarak restore çalışması başlatmış. Restorasyon 2003 yılında tamamlanmış. Ancak kaşif 2002 yılında hayatını kaybetmiş. Eğer kendisi yaşasaydı bugün kiliseyle ilgili daha açıklayıcı bilgiler biliyor olacağımızı düşünüyorum. Görevli rehber bana buranın hiçbir zaman kilise olarak kullanılmadığını söylemişti çünkü.

Kon-Tiki (önden)
Kon-Tiki (arkadan)

Hazır adını anmışken belirteyim. Ben Thor Heyerdahl ismini daha önce de duymuştum. Kendisi 1947 yılında fotoğrafta gördüğünüz salla Pasifik Okyanusu’nu geçerek kıtalararası yolculuk yapmış birisi. Lakabı “Son Viking“. Fotoğrafı Oslo’da bulunan Kon-Tiki Müzesi’nde çekmiştim. Eğer ilginizi çekerse o yazımı da okuyabilirsiniz: Oslo Gezilecek Yerler

Bileklikler - Kiş Kilisesi

Kilise içerisinde bu bölgede keşfedilmiş birkaç arkeolojik eser sergileniyor. Bunlar arasında bilekliklere özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Fotoğrafta ne kadar belli oluyor bilmiyorum ancak oldukça küçükler. Yani geçmişte 2 metre boyu olan kadınların bileklerine takabilecekleri kadar geniş değiller. Ancak enteresan bir şekilde bunları takıyorlarmış. Peki nasıl?… Çok basit. Doğdukları zaman bu bileklikler takılıyor ve ölene kadar çıkarmıyorlar. Hatta öldüklerinde de bileklikle beraber gömülüyorlar. Çünkü bunlar o kişinin sembolüymüş…

Bir diğer nokta ise kişi büyüdüğünde bileklik kolunda esneme yapmıyor. Tam tersi kemik gelişimini engelliyor ve o bileğin kangren olmasına sebep oluyor! Yani bilekliğin takılı olduğu bilek hiç bir zaman tam anlamıyla gelişemiyor.

Kiş Kilisesi

Kilisedeki bir diğer nokta ise fotoğrafta gördüğünüz duvar. Bu duvara dilek tutup para yapıştırıyorsunuz. Parmağınızla parayı birkaç saniye düz duvarda tuttuktan sonra çekiyorsunuz. Eğer para duvarda yapışık kalırsa dileğiniz gerçek oluyor, düşerse gerçek olmuyor. Ben de çok uğraştım ancak beceremedim. İlginç şekilde duvarda asılı paralar vardı. Galiba burası bir kilise olduğu için günahkarların dileği hiçbir zaman kabul olmuyor 😀

Practical Archeology Museum

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

Ve son olarak geldik yukarıda kısaca değindiğim Uygulamalı Arkeoloji Müzesi‘ne. Burası normalde henüz müze statüsünde olmayan, arkeolojik kazıların devam ettiği bir sit alanı. Ben özel bir izinle, gece 11 civarı ziyaret ettim ve rehber eşliğinde içeriyi gezdim. Müze olarak açıldıktan sonra dünyada eşine az rastlanır bir yer haline geleceğini şimdiden belirteyim. Peki nedir burayı özel yapan? Hemen açıklayayım:

Müzenin bulunduğu yer bir tarım arazisi. Geçmişte insanlar 15km mesafede bulunan dağ evlerinden buraya gelerek tarım yapar, akşam olduğunda geri evlerine dönerlermiş. Ölen kişi ise tam olarak şu an anlattığım yere gömülürmüş. İşte tam olarak -ilk- farklı noktası bu: Bu mezarlıkta gömülü en eski iskeletler MÖ 5 Bin’li yıllara ait. En yenileri ise milattan sonraya tarihlenmişler. Yani burası tam olarak en az 600 yıldır kesintisiz olarak mezarlık olarak kullanılan bir yer. Burada insanoğlunun gelişimi ve hayata bakış açısını çok iyi anlayabiliyoruz (detaylarını anlatacağım). İkinci nokta ise bu bölgede hala tarım yapılıyor olması.

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

İnsanoğlunun geçmişte dünyayla ilgili çok az bilgiye sahip olduğu için görebildiği şeylerin resmini çizer veya kap kacak olarak üretirmiş. Yukarıdaki fotoğrafın en tepesinde bir su kabı görüyorsunuz. Dikkatli bakarsanız bir ayı kafası olduğunu anlayabilirsiniz.

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

Bu fotoğraftaki kişi ise bir çiftçi. Hem de dönemin zengin çiftçilerinden birisi. Bunu iskeletinin yanında bulunan tarım alet-edevatlarından ve bol miktarda su kabından anlıyoruz.

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

Bu kişi ise bir büyücü (veya doğa üstü güçleri olduğuna inanılan birisi). Bir dönem küçük boylu insanların özel güçleri olduğuna inanılırmış. Bu kişinin kolunda 2 adet bilezik, boynunda ise zincirden yapılmış ve koruyuculuğuna inanılan bir kolye bulunuyor.

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

Burada ise bir iskelet ve yanında maya kabı var. Kişinin maya kabıyla beraber gömülmesinin sebebi, o dönemde yeniden doğacağına inanılmasıdır (insan: doğar – ölür ve yeniden doğar gibi bir inanılış).

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

Burada ise bir iskelet ve ona ait bir Hun kılıcı var. İşin ilginç noktası şu: Bu kılıç, Hunlardan daha eski!

Uygulamalı Arkeoloji Müzesi

Buradaki mezarlıkta ise kişinin kendisi, atı, köpeği, kedisi, koyunu ve sahip olduğu kap kacakla beraber gömülmüş. Bu kap kacakların içine yiyecek içecek konulurmuş. Uyandığı zaman aç kalmasın diye…

Müzeyle ilgili görsel olarak anlatacaklarım bu kadardı. Elbette içeride bundan daha fazla iskelet bulunuyor. Ben çok etkilendiğim için hepsini not alamadım ve fotoğraflarını çekemedim. Genel olarak toparlamak gerekirse 600 yıllık zaman diliminde insanların farklı inanılışlarla gömüldüğüne tanık oldum. Bazıları anne karnındaki pozisyonda (cenin pozisyonu) gömülmüş, bazıları yarı oturur vaziyette, bazıları ise yakılarak sadece külleri gömülmüş. Bunun dışında hayvanlarıyla birlikte gömülenler, tekrar uyandıklarında kap kacakların içerisine yemek konulup gömülenler vs.. çok farklı şekillerde gömülenler var ve bunların hepsi tek bir yerde.. Benim şansım onları çok yakından görebilmek oldu. Müze olarak açıldığında önleri camekanla kapatılacak ve bu kadar yakından görmek ve dokunmak mümkün olmayacak.

Bu alan 10 yıldır karı-koca 2 arkeologun bireysel çabalarıyla kazılıyormuş. Bu süreçte hiç devlet desteği almamışlar ve tamamen kendi imkanlarıyla bu hale getirmişler. Ancak koca geçtiğimiz yıl hayatını kaybetmiş ne yazık ki.

Özet

Azerbaycan’ın gözde turizm merkezlerinden biri olan Şeki ile ilgili anlatacaklarım bu kadardı. Toparlamak gerekirse Azerbaycan’da gezdiğim 5 şehir arasında en derli toplu ve gezmesi kolay olan şehir burasıydı (başkent Bakü dahil). Bu nedenle ben oldukça sevdim. Türkiye’den direk uçuşun olması da ziyaret edecekler için artı bir kolaylık olacaktır. Eğer Şeki’ye gitmeyi planlıyorsanız şimdiden iyi seyahatler diliyorum!

Yorum Yaz

Yorumlar

Bu yazıya henüz yorum yazılmamış. İlk yorumu yazarak katkıda bulunabilirsin.