Bergama Zeus Sunağı ve Kaçırılış Hikayesi

Yüzyıllar boyunca sadece taş parçası olarak görülen arkeolojik kalıntılar, geçtiğimiz 300 yıldan bu yana bir anlam ifade etmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti’nin duraklamaya başladığı ve Avrupada yaşanan bir takım gelişmelerin gerisinde kaldığı dönemde, Anadolu topraklarında bulunan pek çok arkeolojik eser dönemin batılı arkeologları tarafından keşfedilerek yerlerinden sökülmüş ve bir şekilde, yasal ya da yasal olmayan yollarla kendi ülkelerine gönderilmiştir. Yurtdışında bulunan tarihi eserlerimiz arasında en önemli sıralarda yer alan Bergama Zeus Sunağı da, oldukça hızlı bir şekilde keşfedilmiş ve gemilerle Berlin’e taşınmıştır. Bu yazımda Zeus Sunağı’nın öneminden ve kaçırılış hikayesinden bahsedeceğim.

Giriş

Bana göre önemli olan Zeus Sunağı‘nın nasıl ya da kimin tarafından kaçırıldığı değil, bunun altında yatan sebeptir. Evet, 1878 yılında Almanlar gelip sunağı almışlar ancak bu işin arkaplanında yatan şey nedir? Çünkü sadece Zeus Sunağı değil, 18. ve 19. yüzyıllarda Anadolu’da bulunan pek çok tarihi eser batılılar tarafından kaçırılmıştır. Olayı biraz geniş pencereden ele alarak anlatmaya başlayayım.

Osmanlı’da Eğitim ve Tarih Kavramı

Osmanlı Devleti’nde eğitim anlayışı tamamen dini konuları esas alan ve araştırmacı düşünceye dayanmayan bir sistemdeydi. Zaten gerilemesinin ve çöküşünün temel sebebi yeniliğe açık olmayıp, çağa ayak uyduramaması gösterilir. Eğitim sistemindeki bu yetersizlik nedeniyle Anadolu insanı hiçbir zaman geçmişiyle bağ kuramamış ve tarih onlar için hep 1071 Malazgirt‘ten sonrasını kapsamıştır. Oysa aynı coğrafyada yaşayan halkların tarihleri ve kültürleri süreklilik gösterdiği için Luvilerin, Hititlerin, Frigyalıların, Likyaların, Kapadokyalıların, İyonyalıların, Roma’nın, Doğu Roma’nın, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin, birbirlerinin kesintisiz ardılı ve mirasçısı olduğu gerçeğinin eğitimde yer bulması gerekirdi. “Milat” kavramının Osmanlı için bir şey ifade etmemesinden dolayı Anadolu’da yatan tarihi zenginliğin kimse farkında değildi.

Rönesans (“Yeniden Doğuş”) Etkisi

Tarih boyunca arkeolojiye tüm dünyada önem verilmemiştir, ta ki Rönesans’a kadar… Rönesans ile birlikte Avrupa’da sanata ve bilime değer verilmeye başlanarak pek çok Arapça, Latince ve Yunanca kitap tercüme edilmiş ve matbaanın gelişimiyle eğitimde çağ atlanmıştır. İnsanlar bilgiye daha kolay yoldan ulaşmaya başlayarak tarihe olan ilgileri bir hayli artmıştır. Özellikle Homeros‘un milattan önce 8. yüzyılda yazdığı kitaplar Avrupa’da büyük ses getirmiştir (Ek bilgi: Homeros’un İlyada Destanı 1957 yılında Türkçe’ye çevrilmiştir). Tarih ve arkeoloji bilincinin Avrupa’da yer edinmesinin üzerine İngiliz koleksiyoncu ve antikacıları sık sık Osmanlı topraklarına gelerek buradan yok pahasına arkeolojik eserleri satın almaya başlamışlardır. İlerleyen dönemlerde ise İngilizleri Fransızlar, daha sonra Almanlar takip etmişlerdir.

Doğu ülkelerinden getirilen tüm arkeolojik eserler dönemin soylu ve zengin insanlarının verdikleri davetlerde sergilemeleri için bir gelenek haline gelmiştir. O dönem için kim daha çok ve iyi eserler sergilerse diğer soylular arasında sınıf atlamış sayılıyormuş. Yaşanan bu yarış neticesinde 1870’lerden sonra İngiliz ve Fransız soyluları Osmanlı topraklarında daha çok kazı yapılabilmesi için finansman sağlamaya başlamışlar.

Tarihi Eser Sömürgeciliği

İngiltere, Fransa ve Almanya’da arkeolojik sit alanları olmamasına rağmen hepsi arkeoloji müzelerine sahiptir. Üstelik buralarda sergilenen eserler dünyada eşi benzeri olmayan şeyler olup, binlerce parçadan oluşan koleksiyonlara ev sahipliği yaparlar. 300 sene önce Rönasans’ın etkisiyle başlayan tarihi eserlere ilgi, Avrupalı kral ve generallerin dünyanın çeşitli yerlerinden eserler toplatılması sonucunu doğurmuş. Tüm bu eserler 1753’de İngiltere – British Museum, 1793 yılında ise Paris – Louvre‘da sergilenmeye başlanmıştır.

Tarihi eser sömürgeciliğinin bu denli artmasının ardından 1820’de İtalya’da, 1827’de ise Yunanistan’da “tarihi eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklayan” bir yasa çıkarılmış. Aynı zamanda dinsel ve kültürel meseleler de işin içine girince, Avrupalılar hedefini savunmasız ve korumasız durumda olan Osmanlı topraklarına çevirmişlerdir.

Osmanlı’nın Uyanışı

İngiliz’lerin Selçuk’ta, Efes ve çevresinden çıkardığı tüm eserler, o dönem Aydın valisi olan İsmail Paşa‘nın dikkatini çekmiş ve bu konuda bir yasa çıkarılmasını sağlamış. 1869 yılında bugünkü Eski Eserler Kanunu‘nun temelleri o dönemde atılmış. Ancak bu yasa yabancıların Osmanlı topraklarında bulunan tarihi eserleri almalarını tamamen engellememiş, 6. maddede yer alan padişahın özel izniyle kısmen mümkün hale getirilmiş.

Çıkarılan bu kanunun eksiklerinin bulunması, 1874 yılında Müze-i Hümayun’un (bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri) müdürü Alman Dr. Phillip Anton Dethier’in yeni bir yasa hazırlatması sonucunu doğurmuş. “Asar-ı Antika Nizamnamesi” ile henüz keşfedilmemiş eserlerin mülkiyetinin devlete ait olduğu belirtilmiş ve kazılar sonucunda elde edilen eserlerin üçte birinin kazı yapana, üçte birinin arazi sahibine, üçte birinin ise devlete ait olacağı belirtilmiş.

Yeni yasa bir öncekine göre işleri biraz daha zorlaştırmış. En azından padişahın kişisel çıkarları neticesinde herkese izin vermesinin ve eserlerin tamamen değil, sadece üçte birlik kısmının kaybedilmesini sağlamış. Tabi Avrupalı boş durmamış ve bu yasayı kendi lehine çevirmeyi başarmış. Önceden tespit ettikleri ve arkeolojik açıdan zengin toprakları arazi sahibinden satın alarak, bulunan eserlerin üçte ikisine sahip olmuşlar. Gerilerinde ise sadece gereksiz gördükleri şeyleri devlete bırakmışlar.

Bergama Antik Kenti: Akropolis

Bergama Akropolü

Bergama’da yaşamın kaç yılında başladığı kesin değildir ancak kesin olan, Bergama’nın Helenistik dönemde 150 yıl boyunca kültür ve sanat alanında dünyanın en önemli merkezi olduğudur. Bu dönemde şehre mimarlık ve heykeltraşlık alanında oldukça önemli eserler yapılmıştır ve bunlardan birisi de Zeus Sunağı’dır.

Zeus Sunağı

Zeus Sunağının Orjinal Hali

Pergamon Krallığı’nın yükselmeye başlamasının ardından krallığın merkezine milattan önce 190 yılında bir tapınak yapılmış; “Tanrıların ve İnsanların Tanrısı Zeus’a” adanan bir tapınak. Hiç şüphesizki mimarlık ve heykeltraşlık alanında dünyanın en iyisi olan krallıkta, üstelik en büyük tanrı için yapılan bu sunak, büyük bir işçilik ve oldukça titiz bir şekilde yapılmış.

Berlin Pergamon Müzesi, Zeus Sunağı

“Zeus Sunağı Neden Bu Kadar Önemli?”

Zeus sunağının çevresi harikulade frizlerle (kabartmalarla) bezenmiştir ve tanrılarla devlerin savaşını konu almaktadır. Olympos Tanrıları, Titanları sürgün ettikten sonra ana tanrıça Gaia, Titanların öcü için eşsiz büyüklükteki Gigantları (devleri) yaratmıştır. Sunak üzerindeki kabartmalarda insan kılığındaki ve bacakları gövdelerine kadar yılan kuyruklu olan Gigantlar ile yıldırımlar yağdıran baş tanrı Zeus, Artemis, Posidon ve devlerle savaşı göze alan güzellik tanrıçası Afrodit’in bile kabartması bulunmaktadır.

Frizler, Pergamon Museum - Berlin

Frizlerdeki tanrılar yakınlık ve ilişkilerine göre gruplandırılmışlardır.

  • Doğu Tarafında: Yani güneşin doğduğu tarafta baş tanrılar Zeus, Athena, Nike, Ares, Leto, Artemis, Apollon ve Hekate savaşır halde betimlenmişlerdir.
  • Güney Tarafında: Yani gün yönünde güneş tanrısı Helios, kız kardeşi şafak kızılı Eos, ay tanrıçası Selene,
  • Kuzey Tarafında: Yani gölge tarafında gece tanrısı Nyx, çevresinde kavga tanrıçası Eris ve kader dağıtan Moiralar,
  • Batı Tarafında: Denizle ilgili tanrılar; Poseidon, Amphitrite, Nereus, Doris, Okeanus, Tethys yer almaktadır.

Savaşı kazanan tanrılar Pergamon’u, kaybedenler ise düşman Galatları temsil etmektedir.

Moira'lar (kader tanrıçaları)

Sunağın içerisinde yer alan kabartmalarda ise Pergamon’un efsanevi kurucusu Telephos’un yaşam öyküsü anlatılmaktadır. Gri mermerden yapılan sunak 35 metre genişliğinde, 33 metre derinliğindedir.

“Carl Humann”

Carl Humann

Carl Humann (1839 – 1896), Alman bir mühendis ve mimardır. Berlin Kraliyet Akademisi’nden mezun olduktan sonra Osmanlı’nın Sisim adasına (bugün Yunanistan/Sisim) gönderilmiş ve burada Hera Tapınağı kazılarına katılmış. O dönemde arkeolojinin ayrı bir dalı olmadığı için tüm kazılar inşaat mühendisleri ve mimarlar tarafından yapılıyormuş. Humann, Sisim adasındaki kazıdan sonra önce İzmir’e, ardından İstanbul’a gelerek Sadrazam Fuad paşa ile yakın ilişkiler kurmuş ve ikisi birlikte sık sık gezilere çıkmışlar. Yine bu gezilerin birinde, 1864-1865 yılında bir kış günü Ayvalık’a gelmişler ve Humann, Ayvalık’a sadece 5 saatlik yürüme mesafesinde olan Bergama’ya uğramış.

Yaptığı bu ziyareti unutamamış ya da ilk ziyaretinde bir şeyler keşfetmiş olacak ki, 1866 yılında bir kez daha Bergama’ya gelmiş. Bu ziyareti sırasında Akropolis’te aslan tasvirli büyük bir kabartma bulmuş. Hem bunu, hem Bergama’da bulduğu birkaç parça eseri daha alarak bir gemi ile Berlin’e göndermiş. Çünkü burada kazı yapmak istiyormuş ancak bunun için maddi desteğe ihtiyacı varmış.

Carl Humann'ın mezarı, Bergama Akropolü
Carl Humann'ın mezarı, Bergama Akropolü

Ayrıca Osmanlı’nın tarihinde ilk kez borçlandığı 1854 Kırım Savaşı’nın ardından başlayan 20 yıllık borç alma süreci ve bunları geri ödeyememe neticesinde, Almanlar’a 1860’dan sonra başta demiryolu olmak üzere çeşitli alanlarda imtiyaz tanınmıştır. Almanlar yaptıkları tüm demiryolları ve bu güzergahların 20 kilometre yakınlarında bulunan her türlü maden ve tarihi eseri çıkararak üçte birini yasaya rağmen kendi ülkelerine götürme fırsatını elde etmişlerdir.

Zeus Sunağı’nın Bulunması ve Kaçırılması

Carl Humann’ın Almanya’ya gönderdiği bu örnekler, 1877 yılında Berlin’de Heykel müzesi ve Kraliyet Müzesi müdürü olan Alexander Conze‘ye ulaşmış. Bu parçalar Conze’nin de oldukça ilgisini çekmiş ve zamanlama ise mükemmelmiş. Çünkü 1871 yılında Almanya Krallığı kurulmuş ve yeni krallıkta dünyanın farklı yerlerinden getirilecek eserlere ihtiyaç varmış. Hele Almanların güçlenmeye başladığı ve İngiltere ile her konuda yarışa girdiği bir dönemde yeni eserlere oldukça ihtiyaç varmış. Conze, hemen Humann ile iletişim kurarak Bergama’da çalışmalara başlayabileceğini söylemiş. Alman hükümeti ise Humann’a kazı çalışması yapılabilmesi için bir lisans düzenlemiş ve finansman sağlamışlar. Ayrıca Osmanlı’dan gerekli izinler alınmıştır.

Zeus Sunağının Paketlenişi

Humann ve Conze’nin Pergamon Akropolis’ini kazma çalışmaları 8 Eylül 1878’de başlamış. Kazı heyetinde ise bölüşme komiseri olarak Vali yardımcısı Diran Efendi ile Osmanlı Bankası Müdürü W.Heintze bulunuyormuş. İlk iş olarak Akropolis’in planı çıkarılmış ve kazı çalışmaları devam ederken Zeus Sunağı’na ulaşılmış. Almanlar hızlı olmak zorundalarmış çünkü alınan bu kazı izni  6 Ağustos 1879 yılında bitecekmiş ve hedefleri ise burada bulunan eserlerin üçte ikisini Berlin’e götürebilmekmiş.

Sunağın Parçalarının Taşınması Sırasında Çekilmiş Bir Foto

Bulunan sunağın parçaları numaralandırılarak hiç vakit kaybetmeden gemilerle Berlin’e gönderilmiş. Osmanlı’nın yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle, kazı izninin bitmesinden 10 gün sonra, yani 16 Ağustos’ta Almanlara bir telgraf çekilmiş ve Pergamon’da bulunan tarihi eserlerden devletin payına düşen kısmın satılmak istendiği belirtilmiş. Almanlar bu teklifi kabul etmişler ve 1 Eylül’de tüm Athena ve Zeus Sunaklarını içeren 47 sandık Dikili’den İzmir limanına taşınmış. Aquila Imperiale gemisi ile önce Trieste’ye, oradan 1879’da Berlin’e ulaşmıştır.

Zeus Sunağı'nın Bergama'da Bırakılan Temeli

Zeus Sunağı Berlin’de

Helenistik dönem sanatının en iyi örneği olan Zeus Altarı için Berlin’de, sadece bu eseri sergilemek için Pergamon Müzesi yapılması kararlaştırılmış. Parçalar birleştirildikten sonra önce geçici olarak Altes Müzesi‘ne, ardından 1901 yılında yeni müzesine taşınmış. Ancak Altar birkaç yıl burada sergilendikten sonra geçici olarak kaldırılmış ve yeni bir müze projesi başlatılmış. Bugün Berlin’de “müzeler adası” olarak adlandırılan bölgeye taşınması planlanan Zeus Altarı, 1. Dünya Savaşı sebebiyle ancak 1930 yılında tamamen ziyarete açılabilmiş.

Günümüzde Berlin’de gezilecek yerler arasında Pergamon Müzesi ilk sıralarda yer alıyor ve yıllık 1 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor.

“Osman Hamdi Bey”

Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeolog ve ressamdır. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk müzesi olarak kabul edilen ve bugün dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin kurucusudur. Buralar tamam. Ama kendisiyle ilgili asıl bilinmesi gereken şey, II. Abdülhamid’in kendisini Müze-i Hümayun’un müdürü yapmasının ardından ilk işinin Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni değiştirmiş olması. 1883 yılında bu yasayı değiştirerek, bu tarihten sonra Türkiye’de bulunan eserlerin yasal yollarla tamamen yurtdışına çıkarılmasını engellemeye çalışmıştır.

“Kişisel İlişkiler”

Osman Hamdi yasayı hazırlatmış ancak Avrupa’lı bizi bizden çok daha iyi tanıyormuş. “Doğu toplumlarında yasadan çok kişisel ilişkiler önemlidir” felsefesinden yola çıkarak Carl Humann, Alexander Conze ve daha pek çok isim Osman Hamdi ile iyi ilişkiler kurarak sık sık evini ziyaret etmiş ve ona hediyeler göndermişlerdir. Osman Hamdi ise eserlerin kaçırılmasına göz yummuş, hatta yardım etmiştir. Ancak dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda Osman Hamdi’nin bu kaçırılışa hiç istemeden göz yumduğunu anlayabiliriz. Kendisi Bergama’da Almanlar’dan pek çok eseri kurtarmış, aynı zamanda Anadolu ve Asya topraklarında arkeolojik kazı çalışmaları başlatmıştır. Üstelik kısa sürede çalışmaları sonuç vermiş ve dünyaca ünlü pek çok eserin Osmanlı topraklarında kalmasını sağlamıştır.

Zeus Sunağı, Bergama


Sonuç

Osmanlı topraklarında 1833 yılında başlayan tarihi eser kaçakçılığı 1914 yılına kadar devam etmiştir. İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve sonradan katılan Amerikalılar, Anadolu topraklarında kendilerince önemli gördükleri pek çok tarihi eseri kendi ülkelerine taşımışlar ve hepsi bugün batı müzelerini süslemektedirler. Bu durum her ne kadar çok üzücü olsada, en azından tarihi eserlerimize onların bizden daha çok sahip çıktığı aşikardır. Girişte Osmanlı halkının tarihe bakış açısına değinmemin sebebi bu tarihi eserlere hiçbir zaman önem verilmemiş olmasıydı. Çünkü geçmişte tüm bu mermer kalıntılar köylüler tarafından taş ocağı yapımında kullanılmak için yerlerinden sökülüyordu. Yani bugün Anadoluda pek çok tarihi eseri göremiyoruz ancak bunlar tamamen yok olabilirdi. Bir nevi kötünün iyisi olmuş bana sorarsanız. Ayrıca tarihe ve arkeolojiye bakış açımızda bugün bile değişen bir şey yok. Bugün Türkiye topraklarında pek çok tarihi eser yine yabancılar tarafından çıkarılmaktadır. Almanlar 140 yıldır iki büyük dünya savaşı hariç hep Bergama’da bulunmuşlardır ve hala oradalardır… Maalesef…

 

Yorum Yaz

Yorumlar

Hakkı Bülent Çavuşoğlu
03 Haziran 2016

Harika bir derleme olmuş. 1 ay sonra karavanla yapacağımız orta Avrupa seyahatimize ışık tutacak pek çok yazınızı okudum. Emeklerinize sonsuz teşekkürler. Enerjiniz hiç azalmasın.

Şahin Doğan
03 Haziran 2016

Teşekkürler, iyi seyahatler 🙂

Bülent Altınölçek
24 Temmuz 2016

Teşekkür ederim çok güzel bir araştırma yazısı…

Zeus
11 Eylül 2016

ENFES BİR ÖZET OLMUŞ, ELİNİZE SAĞLIK…..

Cemil Baykal
17 Kasım 2016

Teşekkürler.

Nevgün
09 Mart 2017

Güzel yazı, teşekkürler.

derya
30 Mart 2017

Oldukça aydınlatıcı bir yazı olmuş, teşekkür ederim.

MEHMET KELEK
06 Mayıs 2017

Şahin Bey ellerinize sağlık, böylesi bilgi veren bir yazıyı bizlere sunduğunuz için teşekkürler, emeğinize yüreğinize sağlık.

Mehmet Tunçer
14 Mayıs 2017

Çok teşekkür ediyorum bu değerli bilgiler için. Ancak resimler açılamamaktadır.
http://mehmet-urbanplanning.blogspot.com.tr/ Blogumda Bergamanın korunması ve UNESCO Dünya Miras listesine girmesi ile ilgili bilgi ve makaleler yer almaktadır.

Saygılar..
Prof. Dr.Mehmet Tunçer

barış taşkun
23 Mayıs 2017

Yazının sonunun maalesef ile bitmesine kesinlikle katılmıyorum zira iyi ki de götürmüşler ve halen de iyi ki götürmekteler – zira barbar ışid kafasının gakim oldugu bu cografyada kalmaları dünya kültür miraslarını tehdit altında tutmaktadır sürekli – evet gönül isterdiki bu eserler bulundukları topraklarda sergilensinler ama olacak olan bulundukları topraklarda imha edilmeleri yok edilmeleri olacagı için berlin müzesinde british museum da olmaları onları daha kalıcı ve guvenli kılmaktadır – afganistandaki buda heykellerinin veya suriyedeki yakın zamanda islamcı pisliklerin müzelere heykellere sanat eserlerine neler yaptıklarını halen youtube den izleyebilirsiniz

Adnan Pelvanlar
18 Mart 2019

Almanların Bergama’ya olan ilgilerinin, buradaki Altın madeninin işletilmesine neden karşı olduklarını ve Alman Vakıflarının ve işbirlikçilerinin neler yaptığını, kimler olduğunu öğrenmek için Necip Hablemitoğlu’nun “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” ve Kaan Turhan’ın “Madenler ve Emperyalizm” kitaplarını okumanızı öneririm.

Asiye Kurtuluş
03 Haziran 2019

Arkeolojist kelimesini dilimize kazandırdınız, tebrikler ve teşekkürler

Şahin Doğan
06 Haziran 2019

Evet yanlış yazmışım ve dikkatinizden kaçmamış tebrikler 🙂 Böyle uzun yazılar yazınca maalesef kelime hataları olabiliyor.

İsmail AKGÜN
13 Ağustos 2019

Muhteşem bir yazı, teşekkürler.dikkatimi çeken birşey var;”taşı toprağı altın”sözü bence bergama için de soylenmeli bence.istanbul kadar olmasa da

Gazi Karaali
24 Haziran 2020

Hala a vatanımıza getirip asıl yerine koyamadık.Yazıklar olsun bize.Zeüs kesin bizden utanıyor ve kendi toprağından uzakta olduğu için bizleri protesto ediyordur.

Gazi Karaali
24 Haziran 2020

Hala a vatanımıza getirip asıl yerine koyamadık.Yazıklar olsun bize.Zeüs kesin bizden utanıyor ve kendi toprağından uzakta olduğu için bizleri protesto ediyordur en a cıklısı onu kaçıran kişinin metahmış gibi pisliğini sunsğın tamda orta yerne gömülmesi.

Ayhan
20 Temmuz 2020

Osman Hamdi nasıl göz yummuş, istemeden yardım etmiş ve eserlerin yurtdışına çıkartılmasını engellemiş? Peşpeşe üç cümle üç ayrı şey söylüyor yazınızda

Oktay Tekin
01 Mayıs 2021

Son padişahlar koca imparatorluğun içine ettiler,sonra Atatürk geldi osmanlıyı kaldırdı oldu.Tek kişi bir imparatorluğu kaldırmış,ne büyük bir adam olduğunu anlayın artık.

BERGAMA ZEUS SUNAĞI – Çaka Araştırma Takımı
26 Mayıs 2021

[…] Bergama Zeus Sunağı ve Kaçırılış Hikayesi […]

Şener TALİ
03 Temmuz 2021

Azr Erhat’ın “Mavi Anadolu” kitabını okurken Zeus Sunağı başına gelenleri merak edince sizin yazınızda ulaştım. Tarihsel zenginliğimizi elimizden kaçırmış olsak ta bilmekte fayda var. Bütün Anadolu’nun Tarihi bizim tarihimizdir. Bilgi edindim. Varolasınız.